Yıllar önce Dartmouth College’da yapılan bir deney ilgimi çekti. Deneyde katılımcılara bu deneyin amacının, fiziksel kusurları olan, özellikle de yüzlerinde yaraları olan kişilere verilen tepkileri gözlemlemek olduğu açıklandı. Katılımcıların yüzlerine makyöz tarafından yara izleri çizildi. Sonrasında katılımcıların yüzlerinde bu yara izi makyajını görmeleri için cep aynası verildi ve yapılan makyajı görmelerine imkân tanındı. Katılımcılar daha sonra odadan ayrıldılar ve binadaki diğer insanlarla etkileşime geçmeleri istendi. Odadan ayrılmadan önce makyöz yara izlerinin son bir rötuşa ihtiyacı olduğunu söyledi. Ancak bu rötuş bir “rötuş” değildi, rötuş yaptığını söylerken makyöz aslında gizlice katılımcıların yara izi makyajlarını sildi. Fakat katılımcılar yara izi makyajının hala yüzlerinde olduğunu düşünerek odadan ayrıldı. Binada aynaların olmadığı ortamda, diğer kişiler ile etkileşime geçtikten sonra katılımcılar, insanların yüzlerindeki yaralarına baktıklarını, kendilerini tuhaf hissettiklerini, kendilerine daha kaba davranıldığını bildirdiler. Beklenen ile paralel, değil mi?
Kendimizi nasıl görüyorsak, çevremizdekilerin de bizi öyle gördüğünü düşünüyoruz zaman zaman. Bu çok yanıltıcı olabiliyor, aynı bu deneydeki gibi.
Son aylarda verdiğim eğitimlerde, aynı ekip veya departmanlarda çalışanlarla bu konuda farkındalık yaratmaya yardımcı özel bir uygulama yapıyorum. Odağımız fiziksel görüntü değil elbette, kişilik özellikleri ve davranışlara odaklı ilerliyoruz. Uygulamanın sonunda katılımcılar kendilerini nasıl gördükleri ile ekip arkadaşlarının onları nasıl gördüklerini öğreniyor ve sonuçlar oldukça şaşırtıcı oluyor. Çıkan farklar katılımcılarda “farkındalık anı” yaratıyor, kimi çok seviniyor, kimi çok şaşırıyor, kimi de derin düşüncelere dalıyor. Bu farkındalıkla da kendilerine daha etkili yol haritaları oluşturuyorlar.
Seanslarımda ve zaman zaman danışmanlık yaptığım Assessment Center uygulamalarında da benzer durumlar gözlemliyorum. Çalışanın kendi kendini değerlendirmesi ile gözlemler arasında farklar çıkabiliyor.
Geribildirim alan, başkalarının görüşlerini soran, gelişim odaklı zihne sahip olanlar çok daha rahatlıkla yol alabiliyorlar. Sadece kendi düşündüğü ile ilerlemeyi tercih edenler maalesef yol almakta zorlanıyorlar, anksiyete ve stres ile daha sık karşılaşabiliyorlar.
Düşündüğümüz şey her zaman doğru olmayabilir, düşündüğümüze inanmak, onu tek doğru olarak kabul etmek yerine; şüpheye, alternatif düşünceye yer vermeliyiz.
Bu konuda bana ilham veren üç kaynak paylaşıyorum. İlki TED konuşması ikincisi kitap, diğeri ise epey meşhur bir film. TED konuşması ile başlamanızı tavsiye ederim.
- Lauren Weinstein - Don't Believe Everything You Think https://www.youtube.com/watch?v=Xdhmgp4IUL0
- Adam Grant – Yeniden Düşün
- Moneyball (Kazanma Sanatı)